
Gençler Mezun, Sanayi Mahrum: İşgücü Piyasasında Ters Denge
Yüksek enflasyonun etkisiyle alım gücü düşerken, görünmeyen emeğin taşıdığı sistemler daha da kırılgan hale geliyor; çünkü üretimin gerçek omurgasını oluşturan bu beceriler, enflasyon karşısında hem değersizleşiyor hem de azalıyor. Bir yanda geleceğini kurmak isteyen binlerce genç, diğer yanda otomotiv, inşaat, tekstil, lojistik, enerji ve bilişim gibi sektörlerde çalıştıracak usta arayan fabrikalar var.
Son çeyrek yüzyılda, üniversite eğitimi birçok ülkede sınıfsal dönüşümün aracı olarak kodlandı. Aileler, çocuklarının üniversite diploması almasını yalnızca bireysel refah için değil, toplumsal saygınlık için de bir gereklilik olarak gördü. Bu eğilim, yükseköğretime erişimi artırdı; ancak eşzamanlı olarak, piyasa ihtiyaçlarından kopuk bir eğitim arzı oluşturdu. Bugün gelinen noktada, pek çok ülkede üniversite mezunu işsiz sayısı artıyor, teknik ve ara eleman ihtiyacı ise karşılanamıyor.
OECD ve TÜİK verileri, yükseköğretim mezunları arasındaki işsizlik oranının birçok sektörde ortalamanın üzerinde olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin Türkiye’de her 100 üniversite mezunundan yaklaşık 25’i işsiz. Bu oran, eğitimli işgücü ile üretim yapısının uyumsuzluğunu açık biçimde gösteriyor. Eğitim, sosyal itibarla ekonomik gerçeklik arasındaki mesafeyi büyüttü.
Yükseköğretimde Niceliksel Büyüme, Niteliksel Gerileme
2000’li yıllardan itibaren üniversite sayısındaki hızlı artış, yükseköğretimi erişilebilir kıldı. Ancak bu yaygınlaşma, istihdamla doğrudan bağlantılı bir planlamaya dayanmıyordu. Bugün Türkiye’de 209 üniversite bulunuyor; buna karşılık, her yıl mezun olan on binlerce genç, yalnızca saygınlık değil, somut bir iş bulma beklentisiyle işgücü piyasasına giriyor.
Bu hızlı yayılma, iki temel sonuç doğurdu: Birincisi, piyasa talebinden bağımsız bir diploma üretimi. İkincisi ise eğitim kurumlarının çoğunda mesleki yeterlilikten ziyade teorik ağırlıklı bir formasyonun öne çıkması. Her iki durum da mezunların iş bulma sürecini uzatıyor, verimsizlik yaratıyor.
Gözden Kaçan Alanlar: Teknik Uzmanlık ve Uygulamalı Beceriler
Kamu yatırımlarının sürdürülebilirliği, lojistik ve sanayi altyapısı, tarımsal üretim ya da enerji sistemleri gibi kritik sektörlerde ciddi bir teknik personel açığı mevcut. Ancak bu alanlar, gerek kamu politikaları gerekse sosyal algı düzeyinde, yeterince teşvik edilmiyor. Oysa modern ekonomilerde, elektrik teknisyeninden su tesisatçısına, kaynakçısından veri merkezi operatörüne kadar pek çok meslek, sadece sistemin sürdürülebilirliğini değil, kriz anlarındaki dayanıklılığını da belirliyor.
Genç nüfusun bu alanlara yönelmemesinde yalnızca algı değil, yapısal teşvik eksikliği de etkili. Eğitim politikaları, teknik becerilerin gelişimini destekleyecek şekilde güncellenmediği sürece, arz-talep dengesizliği derinleşmeye devam edecektir.
Gelişmiş Ülkelerde Farkındalık Artıyor
Almanya, İsviçre, Avusturya gibi ülkelerde uygulanan ikili mesleki eğitim sistemleri, öğrencileri doğrudan üretimle buluşturuyor. Bu modelde, lise sonrası eğitim kurumları ile özel sektör arasında organik bağlar kuruluyor; mezuniyetle birlikte istihdam da başlıyor. Bunun sonucunda, bu ülkelerde teknik pozisyonlarda işsizlik oranı çok daha düşük, verimlilik ise yüksek.
Türkiye’de ise benzeri modeller kısıtlı pilot uygulamalar düzeyinde kalıyor. Meslek liselerinin imajı zayıf; organize sanayi bölgeleri ile eğitim kurumları arasındaki işbirliği ise çoğu yerde yüzeysel. Bu durum, işverenlerin nitelikli personel bulamamasına; gençlerin de istihdam edilemeyen alanlarda yığılmasına neden oluyor.
Eğitim-İşgücü Dengesinde Beş Politika Önerisi
- Alan Bazlı Planlama: Üniversite kontenjanları, bölgesel kalkınma planları ve sektör projeksiyonlarına göre revize edilmeli. Gereksiz diploma enflasyonu yerine, stratejik insan kaynağı üretimi hedeflenmeli.
- Mesleki Eğitime Yatırım: Atölye temelli eğitim sistemleri, sektörle entegre staj programları ve dijital beceri modülleriyle desteklenmeli.
- Toplumsal Algının Yeniden İnşası: Teknik uzmanlık, kariyer değeri taşıyan bir yol olarak tanıtılmalı. Kamu spotları, burslar ve rehberlik çalışmaları bu yönde yeniden yapılandırılmalı.
- Sertifikasyon ve Mobilite: Ulusal yeterlilik sistemleri, dijital ve taşınabilir sertifikalarla desteklenmeli; bireylerin beceri bazlı sektör geçişleri kolaylaştırılmalı.
- Yerel Üretimle Entegre Modeller: Köy Enstitüleri gibi tarihsel deneyimlerden öğrenerek, yerel ihtiyaçlara duyarlı uygulamalı eğitim merkezleri kurulmalı.
Ekonomik İstikrar İçin Sürdürülebilir Bir Denge: Eğitim, İstihdam ve Üretkenlik Üçgeni
Bugünün dünyasında yalnızca üniversite mezunu olmak, sürdürülebilir bir ekonomik güvence sağlamıyor. Gerçek sorun, eğitimin üretimle ne kadar entegre olduğudur. Ekonomik dirençlilik, sadece yönetenlerin değil, aynı zamanda sistemi ayakta tutan teknisyenlerin, ustaların, zanaatkarların ve operatörlerin varlığıyla mümkündür.
Herkesin CEO olma hayaliyle eğitildiği bir düzende, altyapının bakımını yapacak kimsenin kalmaması, sadece bir meslek krizi değil, bir uygarlık kırılmasıdır. Eğitim sisteminin üretimle yeniden barıştırılması, yalnızca ekonomik değil, toplumsal bir zorunluluktur.
Together We Triumph: Connections lead to opportunities